30 Nisan 2008

GÜLMECE

BÜYÜMEZDİM


SNOOKER HEYOOO HEYOOOO !!!

Evet bende uzun zamandır bu snooker olayına girmiş bulunuyorum...Benim gibi gece uyku sorunu olup zap peşinde koşan bazı arkadaşlarda aynı durumdadır buna eminim...Malum belgesel kanallarında reklam aralarında "yahuu spor kanalında ne var ne yok" dediğimde birde baktım bilardo oyunları..."Oh dedim ne güzel mübarek yeşilde topları ittire kaktıra hipnoz misali uykumda gelir hadi izleyeyim bakalım" dedim ve dalış o dalış ...Efendim snooker öyle böyle birşey değil.Satrançtan sonra beni etkileyen ikinci zeka oyunu diyebilirim...Sudokuyu başka bir yere koyuyorum tabii.
Öncelikle oyunun tarihçesinden bahsetmek gerekirse bir çok ilginç oyun gibi snooker da sıkıntıdan ve yapacak hiçbir şey olmamasından doğmuş. Hindistan'ı sömürmekle meşgul olan İngiliz subayları Muson yağmurlarının gemi azıya aldığı bir gün bilardo oynamaktan sıkıldıklarını söyleyip deneysel çalışmalara girişmişler. Bu deneysel çalışmalardan bazıları ıstakaları tamamen devre dışı bıraktığından ve topların kafa vurularak deliklere atılmasını önerdiğinden pek başarılı olamamış, ancak bu çalışmalardan bir tanesi mucidi Sir Neville Chamberlain'in ismini tarihe geçirmeyi başarmıştır. Ve evet bildiniz söz konusu oyun snooker'dır. Oyun emekleme döneminde bildiğimiz snooker'a pek benzemiyormuş, renkli top sayısı daha azmış ve masa kenarında, renkli topları girdikleri ceplerden çıkartan penguen giyimli beyefendi de henüz ortalarda görülmemekteymiş.



Masada bulunan farklı renkteki toplar sadece estetik nedenlerle orada değil. Hatta topları sürekli girdikleri ceplerden çıkarıp oyunculara tehditkar bir şekilde bakan ve sanki "bu top burada duracak anladın mı? Ben burada durmasından hoşlanıyorum, böyle güzel oluyor" demeye getiren penguen giyimli beyefendi de bu iş için oradaymış gibi gelebilir insana, ama işin iç yüzü biraz değişik elbette. Snooker'ın amacı aynı Amerikan bilardonun bazı türlerinde olduğu gibi, bir oyun sonunda rakipten daha fazla puan toplamak olduğundan ve kırmızı toplar bu ayrımı yapabilecek kapasitede görünmediğinden, renkli toplar değişik puanlara ve oyunun gidişini belirleme gücüne sahip. Yukardaki grafikte de görülebileceği gibi, en yüksek puana sahip olan, renginin verdiği karizmadan olsa gerek siyah top. Onu altı puanla pembe ve beş puanla mavi takip ediyor. Kahverengi dört, yeşil üç ve sarı iki puan, kırmızı topların herbiriyse bir puan sayılıyor. Renkli topların oyun için önemi büyük olsa da oyuncuların kırmızı toplar tükenmeden bunlara direk atış yapmasına izin verilmiyor. Snooker masası hakkında da söylenmesi gereken birkaç şey var elbette. Normal bilardo masalarının hemen hemen bir buçuk katı büyüklüğünde olan masanın uzun kenarı 3.7, kısa kenarıysa 1.86 metre. Ölçüleriyle biraz göz korkuttuğu doğru gerçekten. Gelelim oynanışa.



Basitçe anlatmak gerekirse, oyun açıldıktan sonra ilk yapılması gereken şey beyaz topu bir kırmızıya çarptırmak ve faul olmasını önlemek. Fauller bu oyunda çok önemli çünkü rakip yapılan faule göre puan kazanıyor, yani çok süper oynasanızda maçı faullerden rakibe hediye etmek oldukça olası. Kırmızı toplar masada olduğu sürece oyun "bir kırmızı, bir renkli" gibi anneannelerimizin örgü örme stiline yakın bir minvalde ilerliyor. Bir oyuncu eğer renkli bir topu ceplerden birine gönderip puan almak istiyorsa, önce kırmızı toplardan birini bir cebe yollamak zorunda. Kırmızı toplar masada olduğu sürece, cebe giren renkli toplar yazının başından beri bahsettiğimiz penguen giyimli amca tarafından eski yerine yerleştiriliyor. Bu sırada oyuncu, sayı aldığı her kırmızı toptan sonra ve ikinci atışını yapmadan hemen önce, cebe yollamak istediği renkli topu göstermek zorunda. Göstermezse veya başka bir topa vurursa bu tabii ki faul sayılıyor ve hedef alınan topun değeri rakibin puan hanesine yazılıyor. Kırmızı topların hepsi ceplerde yerini aldığındaysa renkli toplara, aralarındaki hiyerarşi sırasına göre atış yapılıyor. En düşük sayılı toptan en yükseğine kadar bir sıralama yapılıyor. Bu atışların sonunda bir beraberlik olursa sahneye karizmatik siyah top çıkıyor ve ilk sayının atılmasından ya da ilk faulün yapılmasından sonra oyun bitiyor.Şuda var diyelim istediğiniz atışı yapamıyacak pozisyondasınız ozaman beyaz topu öyle bir yere atıyosunuz ki kırmızı vuramıyacak bir durum alıyor işte buna snooker deniliyor ve rakip tarafından çözülmesi gerekiyor.

Oyuncunun kullandığı beyaz topun kesinlikle masadan ayrılmaması gerekiyor; yani top bir başka topun üstünden atlar ve sayı yaparsa, bu sayı rakibin puan hanesine ekleniyor. Oyuncu ceplerde duran toplardan herhangi birine dokunursa, topun oyunla ilgisi olmamasına rağmen, oyunun en acı cezası olan "yedi sayı cezası"nı yiyor.



Ve yukarda bu oyunun hırçın çocuğu Ronnie O'Sulliven durmakta.O nu izlemek çok eğlenceli heleki bir snooker ı çözdüğü andan sonra hakemin renkli topları yerine koymasını falan beklemeden yaptığı hamleler süper olayın heyecanını arttırıcı...


21:45 den sonra Eurosport kanalında yayın başlamaktadır ilgilenenlere duyurulur


29 Nisan 2008

LEGAL BİR ŞEKİLDE KULAĞI DELDİRDİK


Annemle bir yere mi gitmiştik, ne oldu bilmiyorum bir kadın görmüştüm kulağında ışıl ışıl küpeleriyle sanki güneşe baktığımı hissetmiştim...Sonrasında dikkat etmiştim bazı kadınların kulağında küpe vardı ve çokda şık duruyordu veee benimde olmalıydı :D Tutturdum mu sıkı tuttururum tabiiki gene tutturmuştum...Dedemler çok güzel altın bir küpe getirmişlerdi o gördüğüm janjanlı küpeler gibi değildi ama olsun idare ederdi...iki gün babamın beni götürmek için erken gelmesini pencerede beklerken sanki gezmeye gideceklermişde emaneten orda duruyorlarmış gibi gidip gidip küpelerime bakmıştım :D...
Babam geldi korkmamalıydım, ağlamamalıydım çünkü her an vazgeçilebilirdi...Babam tüm edası ile bana yapılacakları anlatırken "Canım yanıcak " dediğimi anımsıyorum içimden..."Yok vazgeçtim deldirmem ben kulaklarımı" dedim...Ben nerden bileyim hem kulağın delindiğini :D
"Ya bidakka baba tamam ben istedimde küpeleri neden sürüklüyosun beni anneeee anneeee"...Annem camda çok uzakta kalmıştı...Eczanenin önüne geldiğimizde babam hala "acımıycak" diyodu...Nasıl acımıycak ya acıycak işte ...Acımıycaktı da annem neden gelmedi o dayanamaz benim ağlamama ondan gelmedi acıycak işte...
Eczacı amca bişeyler sıktı kulak meme ve kalemle deleceği yeri işaretledi sonrada deldi ...Bu legal bişey yanımda babam var işinin ehli biri gerçekleştirdi bu operasyonu ve kulaklarım delindi...
Eczaneden çıkarken babam saçlarımı kulaklarımın arkasına koydu sever gibi elleriyle...
Legal olmayan 3 gün sonra belkide başkalarının benim ve babam gibi oraya gidip anılarında tebessümle hatırlayacakları anlar yaşayacakları eczanemiz sağ sol davasından bombalandı ve eczacı amca başka çocukların kulaklarını delemeden öldü...
Ne canlar yandı, ne fidanlar soldu ve kimileri de kulakları delinmeden büyüdü ...

BİR EV HAYAL EDİYORUM


Oldum olası hep bir ev hayalim oldu.Tüm pencereleri denize ve kumsala açılan... En güzel bulutların üstünde dolandığı





Pencerelerinde güzel kokulu çiçeklerle...

Akşam üstü esintileri ile evimin içi mis gibi çiçek kokmalı benim...Bilmeliyim çay vakti ...İçim huzur dolmalı.Hem deniz hem kumsal hemde taze çiçek kokusu.Belki bir yasemin,belki de leylak ...



Güzel vakitlerimin tanığı olmalı kapı önü verandam...Güzel müzikler dinlerken hoş zamanlar kalmalı bana...Belki bir köpek belki de bir kedinin vazgeçilmezi olmalı benim kapı önü verandam :D


Geceye selamı dostlarımla denize karşı terasımdan çakmalıyım..




Dünyanın en güzel şarkılarının dinlendiği, en güzel anılarının konuşulduğu ve belkide ağlandığı,dostlarımın saklı bahçesi,çocukların vazgeçilmezi, sokak başından duyulan çiçek kokularıyla anımsanmalı benim evim.Toprağa dokunmalı,genzimi yakana kadar yüzmeliyim kıyılarında ve ben bilmeliyimki
benim evim güzel evim
...

OSMANLI CUMHURİYETİ

Tamam herşey çok güzelde Halife 7. Osmanın konuştuklarını yeni nesil nasıl anlıycak...Normal Türkçeyi bile kendi aralarında şifrelendirmiş şekilde konuşan gençlik için alt yazı olucak mı çok merak ediyorum :D

ACILARIMI SAKSILARA EKTİM


ACILARIMI SAKSILARA EKTİM


Kıvırcık değil artık telefon kabloları

Parmağıma dolayıp çeviresi...

Saçlarım da artık kıvırcık değil

Lülesi bombeli sabahlarım kalmadı


Sen her gecede kavuşmak için çabaladıkça

Yağmurların su birikintisinde taradım ben saçlarımı

Kocaman göletler bıraktım bu şehrin sokaklarına

Hepsi bana inat denize kavuşmadı

Tıpkı benim inadımdan sana ulaşamadığım gibi


Sigaralar kanatlandırdım ben o gecelerde

Sana kanat çırptırmadım

Güne her döndüğümde

Eteklerimdeki çekirdek kabuklarını silkeledim ben


Kocaman bir kaya buldum

Var gücümle anılarımızın üstüne attım

İnadımdan "ah" bile demedim


Acılarımı saksılara ektim

Hersabah düz saçlarımla suladım

Hep gözümün önünde kalsınlar

Ne yaptığım, hatalarımı unutayım

Ne de hiç yaşanmamış gibi saymıyayım diye


Birde sepet buldum biryerlerden

Taktım koluma

Hayatın içine daldım


Ama biliyor musun?

Ne senden telefon beklerken

O kıvırcık kablolara parmaklarımı doladığımı

Ne de sabahları kıvırcık saçlarımla oynayışını

UNUTAMADIM

...



Agnus...


28 Nisan 2008

NE YAPTIN NE YAPMADIN ??



NE YAPTIN NE YAPMADIN

Koştunmu sonunu göremediğin tarlalarda yalınayak,

Çıktınmı erik ağacına ve karşıdaki arı kovanlarına korkuyla baktın mı?

Öğrendin mi ekin ekmeyi ve tarlaları sulamayı

Topraktan gemiler, evler yaptın mı sen?

Hayatının bir döneminde topal kalıp

Koşanlara imrenerek baktın mı?

Giden trende gördüğün babana el salladın mı?

Ve görünmez yaşlar akıttın mı yanaklarından

Canın yanarken duymamazlıktan geldin mi insanları

Kocaman iğne topakları yutup gülücükler saçtın mı?

Eli elinde en sevdiğini toprağa verdin mi?

Ve her yaşanan mutsuzluğa rağmen

Sende yeşeren kanserle bile barıştın mı?

Sigaraya küsüp sakızlara alışıp

Kocaman duvarlar boyadın mı hayatında...

Benim hala umudum varken

Sen daha eline toprak bile almadın mı...
???

Agnus...

MUHAFAZAKAR SÜBYANCILIK

Geçenlerde Aydın Türkiye için öncelikle Türk kadınını eğitmeliyiz mantığı ile program yapan sabah kuşaklarından birindeydi bu zat ...Spiker, bu şahıs ( ismini falan anmak istemiyorum) "Ben Hukuk okudum hukuğuda çok iyi bilirim ama ben zamanın en sıkı sağcılarındandım halen de öyle biz şeriatla yaşıyoruz " tarzı konuştukça program ilkesinden sapmış ne yaptığını kendide anlamayan programcı hala ikazında bile "sayın" kelimesini kullannıyordu .Zaten sabah programları "İmana doğru" programına dönmüş bir tarafta "İmam nikahı günah mı hojammmm??" diye soran programcı diğer tarafta Devlet nikahı ile kadının kazançlarını bile anlatma özürlü ilahıyatçı...Neyse
Dünden beri islami kesime hitap eden gazetelere bakıyorum şahıstan bahsedilen yerleri ve kelime boyutlarından bahsetmiyorum Vakit gazetesi yazarı denilmiyor bile... Biliyorum minareyi çalmadan kılıfını hazırladılar adı şimdilik KOMPLO oldu...Hani neyin komplosu ...Bu arada suçu ıspatlanana kadar herkes adalet önünde eşittir mantığı ile gelmesin kimse ...
14 yaşındaki bir kızdan bahsediliyor...Ve buna kim ne kılıf bulacaksa işlenmiş suça ortak sayarım ben... Dini ve muhafazakarlığı kullanarak insanları uyuşturmaya çalışanların yüzü bu ...Bence eline kalem alanlar önce vicdanlarını düşünsünler diyeceğimde biliyorum cepleri ağar basıcak...

Ahmet Altanın sözlerine katılıyorum ve aynen yazıyorum

Bu adamların varlığı beni korkutuyor.

Ortak vicdanımızı ve ölçülerimizi kayıp mı ettik diye endişeleniyorum. Vicdanını ve ölçülerini kaybeden bir toplum her şeyini kaybeder çünkü.

YENİ BİR HAFTA VE NİSANA VEDA

Bahar dedik, nisan yağmurları dedik ama iki gün yağmuru ile veda ediyor nisan bize...Eski bir dostu uğurlama telaşı melaşı yok bende :D Tek dileğim şu pazartesini güzel geçirmek ve devamında haftayıda neşeli yaşamak...Çok şey istedim dimi :(


Bu hafta
Dileklerinizi duyup gerçekleştirecek bir meleğe denk gelmenizi...

İşlerinizde başarılar


Gereksiz sağanaklardan korunmalar...



Veeee sevdiklerinizle mutlu olmanızı

DİLİYORUM...

27 Nisan 2008

PİEDRA IRMAĞININ KIYISINDA OTURDUM AĞLADIM




Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım
Paulo Coelho
Can Yayınları / Çağdaş Dünya Edebiyatı Dizisi

Adını Siyamcı adlı romanıyla duyuran ve dünyada en çok okunan yazarlar arasında ilk sırayı alan Paulo Coelho, bu romanında, Tanrı'nın kadın yüzünü keşfediyor. Mucizevi bir güce sahip, kendini dinine adamış bir erkek ve onun aşkını isteyen, bu aşkı Tanrı'yla bilen paylaşmaya yanaşmayan bir kadın. Romanın kadın kahramanı olan Pilar, çocukluk yıllarında yakın arkadaşı olan bir erkekle on bir yıl sonra, bir konferans sırasında karşılaşır. Pilar, duygularının sesini dinlemekten yana olmayan, güçlü, ayakları yere sağlam basan bir kadındır. Bu karşılaşma ikisini de derinden etkiler; Pilar, genç adamın büyüsüne yeniden kapılır, gençlik aşkı alevlenir; oysa arkadaşının dinsel çizgisinden ayrılmayacağını da çok iyi bilmektedir. Birlikte bir yolculuğa çıkarlar. Bu yolculukta yaşadıkları, Pilar'ın yüreğini aşka ve dinsel deneyime açar. Tutkuyla bağlandığı erkek de kararsızlıklar yaşamaktadır; Pilar'a duyduğu aşkla, sahip olduğu mucizevi iyileştirme gücünün kendisine yüklediği sorumluluk arasında gidip gelir. Yaptıkları bu uzun yolculuk boyunca kendi yazgılarının ardına düşen bu çift, uygun bir çözüm bulabilecekler midir? Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım, farklı bir tutkuyu farklı bir aşkı anlatıyor.

... Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum, Ağladım, yazarın Türkçe'deki ikinci kitabı. Bu kitap, bir tutkunun, bir aşkın öyküsü. Öyle bir aşk ki, bir kadınla bir erkek arasındaki tutkunun, giderek bir sonsuzluk tutkusuna dönüştüğünü görüyoruz. Paulo Coelho, gerçekle gerçeküstünü, ülkesinin mitolojisinden yararlanarak bütünleştirebilen ilginç bir yazar; bu romanında, dünyanın gizlerini içinde taşıyan bir aşkın öyküsünü dile getiriyor. Yirmi üç dile çevrilen ve dünyada 2,5 milyon okurla buluşan bu romanın da Simyacı gibi sevilerek okunacağını umuyoruz.


Bu kitabı bulmaya gidiyorum öptüm....Ya gülmeyin gözümden kaçmış tuuu bana hadi hoşçakalın....

BİR KADIN, BİR ERKEK ve VİCDANIMIZ - Ahmet Altan

Ben, bir erkeğin kendisine emanet edilen kadın mahremiyetini hayatı
pahasına koruması gerektiğine inanan kuşaktanım. Bizim kuşak, cinayetten yargılanırken geceyi birlikte geçirdiği kadının adını vermemek için cinayet saatinde nerede olduğunu açıklamayan ve idama razı olan erkeklerin hikâyelerini anlatan kitaplarla, filmlerle büyüdü.

Kadının mahremiyeti bizim için kutsaldır.
O mahremiyete ihanet eden bir erkekten daha aşağılık biri olamaz bizim
kuşağın gözünde. Bu ölçünün, bir toplumu sağlam tutan değerlerden biri olduğuna da inanırım.
Bir toplumda her şey olabilir, savaşlar, ayaklanmalar, kıyımlar yaşanabilir, bunlar atlatılır, tarih yaraları sarar, hayat kendi dengesini yeniden bulur ama erkekleri kadın mahremiyetine ihanet etmeye başlayan bir toplum bence ciddi bir çürüme işareti veriyor demektir. Kolay kolay iyileşmez. Son yıllarda birlikte oldukları kadınların resimlerini ya da filmlerini
çekip bunları yayan erkekler çoğalmaya başladı. "Bir iki aşağılık adam" deyip geçebilirsiniz.
Ama bence öyle kolayından üstünden atlanıp geçilecek bir olay değil bu.
Temel soru şudur:
Bu adamlar, böylesine rezilce bir iş yaparken nasıl oluyor da toplumun tepkisinden çekinmiyorlar?
Aforoz edilmekten, ayıplanmaktan, isimlerini lekelemekten, ailelerini utandırmaktan korkmuyorlar?
Toplumun pek de sert bir tepki göstermeyeceğine güveniyorlar herhalde. Bunda da haklılar.

Daha önce seviştikleri kadınların resimlerini, filmlerini yayınlayanlar ne oldu?

"Bu adamlar ahlaksızdır" damgası toplumun vicdanında bu insanların alnına vuruldu mu?
Sadece o adamların değil, o adamlara selam verenlerin bile bu ahlaksızlığı paylaştığı inancı kabul gördü mü?
Yoksa toplum, mahremiyeti ihanete uğramış kadınların resimlerini
görebilmek için mi hareketlendi?

Mahremiyet hainini ortak hayatımızın dışına mı attık? Yoksa suçuna ortak mı olduk?
Böyle insanları reddedecek bir reflekse sahip olmayan toplumların vicdanlarında bir zayıflık, ahlaklarında bir çürümüşlük başlamış demektir.
Ve, bence bir toplum için en tehlikeli şey böyle bir çürümedir.
Bir toplumu toplum yapan onun bayrağı, sınırı, toprağı değildir bence, onu toplum yapan ortak ve tartışılmaz vicdani ölçüleridir. Bu ölçüler hukuk ve devlet tarafından korunmaz, bu ölçüleri koruyanlar o toplumun edebiyatı, yazısı, hikâyesi, efsanesi, masalıdır. Yazılı olmayan yasalarıdır.
Ne oldu bizim efsanelerimize, hikâyelerimize, masallarımıza, yazılı olmayan yasalarımıza?
Neden kadınların mahremiyetine ihanet edenler bu kadar rahat davranabiliyorlar? Niye iğrenti dolu bakışlarla karşılaşacaklarından çekinmiyorlar?

Bir değil, iki değil, üç değil...
Bu tuhaf erkeklerin sayısı artıyor. Tam neresinden olduğunu bilmiyorum ama toplum bir yerinden çürüyor.
Çocuklarımıza yanlış masallar anlatıyoruz belki. Belki ortak ölçülerimizi, vicdani değerlerimiziyeterince iyi öğretmiyoruz.

Belki de gizli bir çürüme, yaralarla kendini gösteren bir tür kanser gibi kendini bu adamların varlığıyla gösteriyor. Bir kadının mahremiyetine ihanet eden her şeye ihanet edeceğine
inanırım ben. Böyle adamları arasında barındıran toplumların da çürüdüğünü düşünürüm.
Bu adamların varlığı beni korkutuyor.
Ortak vicdanımızı ve ölçülerimizi kayıp mı ettik diye endişeleniyorum. Vicdanını ve ölçülerini kaybeden bir toplum her şeyini kaybeder çünkü.


Ahmet Altan

VEEE REKLAM ENLERİM

En komik reklam birincimi saygıyla sunuyorum




Trident Splash...Görsel anlamda birincim



Kesin bu reklamıda bir bayan hazırlamıştır...Erkeğin kafasına kafasına bukadar mı vurulur...Duygusal anlamda en birincim de bu reklam



Veeee son zamanların en kaliteli reklamı Milliyet ve CEZA ya alkışlar

GÜLMECE

ZİLSİZ BİSİKLET OLMAZ


Bir kaç yazıdır nostalji yapıyorum farkındayım...Malum istanbulun kurşini havası ruhumu etkiledi napabilirim içimden çocukça şeyler yazmak geliyor...Camdan dışarıya bakıyordum birileri zamanını bilmem nelerle geçirirken baktımki bir baba üç tekerli bisikletindeki kızını iteliyor bisikletten uzanan plastik çubukla...Götürgeçli bir bisiklet olsa gerek...İlk bisikletim geldi aklıma:D ...Babam yurt dışından getirmişti ilk bisikletimi markası TEXAS...Aklıma dolgu lastikleri habire atan zinciri geldi birden...Sanki o bisiklet zinciri atsında ben uyuz olayım diye getirilmişti ta Amerikalardan...Bisiklete iki tekerlekli bisiklete ilk defa binicem babam "hadi kızım " diyor ben "hayır " diyorum...Babam "hadi " dedikçe "hayır" dedim sonunda "neden kızım gel bak ne güzel bisiklet" dedi ..."Binmem onun zili yok" dedim :D.Sanarsınız uzun yola gidicem :DBabamla gittik bir zil aldık babam birde ayna aldı. Ne kadar mutlu olmuştum utanmasam bisikleti getirdiğinden çok diyeceğim...Birlikte taktık zilini, aynasını ...Tüm isteklerim olmuştu ve işte bisiklete biniyordum :D...Çabucak öğrendim iki tekerlekliye binmeyi amanda ne güzel olmuştu zamanla şortla binmemem gerektiğini öğrendim çünkü atan zincir yüzünden şorttan bacaklarım kapkara oluyordu :D

Bu nostalji ruhumdan sıyrılamazsam babamın kulaklarımı deldirmeye götürmesinide yazarım...Ben istedim küpe ama zorla kulak deldirilmeye götürüldüm...Ben ne bileyim küpeyi takmak için kulak delindiğini ahahahah:D

26 Nisan 2008

CİMCİME ÇOCUKLARDIK

Gerçek anlamda kaçtık göçtük ve belkide bazılarımızın hayatı sonlandı yitirdik birbirimizi...Oysaki kocaman anılarımızın en güzel zamanlarında sakladık birbirimizi...Ne güzeldin sen çocukluk yılları...Hiç alamazdık kendimizi lastik atlamaktan, seksek oynamaktan,yakartopta yanmaktan ve istopta topu kovalamaktan...Ne oldu saklambaçta saklandığımız yerlerdemi kaldık ...Elma dersem çık armut dersem çıkma...Elma diyorum arkadaşlar duymuyormusunuz...Yitik zamanlarda hangi sınavların şıklarında kaldınız...Bisikletlerimi kaybettiniz.
Şimdilerde çocuk olmak istemediğimi gene yine yeniden anladım...Yok yalnızlar şimdilerde evet sosyalleşmek adına üç yaşlarında tıngırmıngır koyuluyorlar anaokulu yollarınada hep bir dört duvar sindirmeceleri üstlerinde...Eskiden sokaklarda oynayanlar gençliklerinde de miting alanlarına dökülmeyi bilenlerdi sanırım...Şimdilerde sosyalleşemeyen çocuklar bilgisayarlarının ağında sanal mutluluklarının peşinde...Oynadıkları pc oyunlarını gerçek hayata adapte edemeyen birer birey hepsi...
İndim aşağıya tamam mısınız dedim...Haydi bakalım dokuz taş öğreticem size...Dokuz taşı kule gibi dizicez ikili gruplar halinde taşları devirenleri tekrar dizmeden vurucaz...Onlar heyecandan ben eğlencesinden doyamadık oynamaya...Onlar koşarken kendi arkadaşlarımı izledim sanki koşan bağıran ağlayan çocukluğumu...
Bilselerdi tadını ağlamazlarmıydı bize sokak oyunlarımızı geri verin diye...Gözümde iki damla yaşla asansöre selam çakıp merdivenlere yönelirken birde külahta dondurma vardı dedim, pamuk şekeri, elma şekeri...ELMA ARKADAŞLAR ELMAAAAAAAAAAAAAAA

PİPPİ UZUNÇORAP


Burnuma dayatılan Heidi hikayelerinden çok ben en çok Pippiden etkilenmiştim...Biliyorum ki bu inatçı, korkusuz ve cesaretli hallerimin tek sebebi bu.Sanırım dünyadaki tüm mücadeleci kadınların çoğu Pippinin o uzun çoraplarından çıktı :D.

Pratik zekası ve inadına hayrandım...Serüvenlerini okuyupta hele ya dizisi ya da çizgifilmiydi tam anımsamıyorum seyrettiğimde işte demiştim kahramanım...Her serüveninde o şımarık çilli suratındaki hallerine bayılırdım...Aslında biraz bilgi sahibi olmak istersek yazabileceklerim şunlar:

Astrid Lindgren, roman kahramanı Pippi'yi akciğer iltahabından hasta yatmakta olan ve Pippi Uzunçorap'dan (isim o an aklına gelmiş) bir hikaye dinlemek isteyen kızı Karin 'e bakarken keşfetti. Başlangıçta yazar olmaya niyeti olmayan Astrid Lindgren yıllar sonra, bacağının kırık olduğu bir dönemde hasta yatağında yatarken, bu hikayeleri kaleme almıştır.
Yazarın Pippi'yi esinlendiği şahıs, büyük ihtimalle kızı Karin'in 40'lı yıllardaki sınıf arkadaşı Sonja Melin 'dir. Bir başka esinlenme ihtimali de 1930'lu yıllarda Danimarkalı roman yazarı Karin Michaelis'nin kullandığı "Bibi" karakteridir. Dikkat çeken sadece isim benzerliği olmayıp, Pippi 'nin de Bibi gibi korkusuz bir küçük kız olmasıdır. O da bir istasyon memurunun kızı olarak Danimarka'nın trenlerinde serbest seyahat eder, çekincesiz ve birçok yetişkinin gözünde yaramaz, ama aynı zamanda sevecen, sorumluluğun bilincinde ve sosyaldir.
Bir başka esin kaynağı da Lucy Maud Montgomery'nin kırmızı saçları ve yaşam tarzıyla Pippi'yle benzerlikleri olan roman kahramanı "Anne" dir.
Sanırım Can yayınlarında serüvenleri hala yayımlanmakta...Gidip bulasım ve alasım geldi...

19 Nisan 2008

RTÜK VAR MI?

Rtük çalışanları sabahları uyuyormu acaba...Denk geldikçe bakınan her aklı selim aslında varolan özellikle kadın sorunlarını yansıtmaya yansıttıkça çözmeyi ilke edinmiş (???)sabahları kadınlara yönelik programlarının nereye doğru gittiğini merak etmeye başlamıştır...Fox TV de Lerzan Mutlu hanım tamamen olayı şova dönüştürmüş insanlarla iletişim kurduğunu sanarken belkide üçbeş kuruşla oraya çıkarılmış ve gözyaşları akıtan kişilere gülüp seyirciyide gülmeyin amaa diye uyarılar yaparken ben midem bulanarak başka bir kanala geçeyim dedim de gene pişman oldum Seda Sayanın çaput bağlama programı haline gelen programında yardıma muhtacı olanlara elini uzatmasını saygıyla karşılarken özellikle son zamanlarda islamcı yazarları çıkardığı programında önce hukuk derken sonrasında da öylemi hocam derken ve birde aydın bir kimlik elbisesi giymişken şeriat kurallarını konuşan bir programa dönmüş programına hayretle bakarken canım feci sıkıldı...
Toplum içinde çok eşliliği legalleştirme çabaları değilmiydi imam nikahı...O nikahı kıyan kadında erkekte elbette Allah katında evleniyorda böyle bir şeyi Allah huzurunda da onaylamak adına yapan bu insanlar her işlerinde acaba aynı hassasiyeti gösteriyorlar mı ...Elbette hayır...
Çözüm : Devlet nikahını belgeleyen evlilik cüzdanı olmadan imamların imam nikahı yada modern adı ile dini nikahı kıyma yetkileri yoktur...
Peki ne olmuş devletin çalışan her kolu burda esneklik mi yapıyor ben hiç bu yüzden tutuklanan imam duymadım komiktirki etrafta onca dini nikahlı yaşayan varken üstelik...
Sevgili Seda sayan neden bunları irdelemiyor peki...
Varolan hukuk sistemi yerine üvery evlada yapılacak miras akdini neden şeriat kanunlarına göre nasıl olduğunu dillendirtiyor...Hukukun üstünlüğü ile ilgilenmiyor mu bu RTÜK...
Şeriat kanunlarına uygun yaşadığını söyleyen onca tarikat üyesi varken laik olarak yaşamaya çalışan bizler uyuyoruz sanırım...Uyumuyorsakta savaşacağımız devin daha da büyüyüp semirmesini mi bekliyoruz ya da ya da Samsuna kalkacak bir gemiye binecek bir deha mı bekliyoruz...Olmuyor öyle bir dahi bu dünyaya yüz yılda bir geliyor...
Kadını bilinçlendiricek aydın Türk kadınına sen busun diyecek programlar görme dileği ile ....

OYUNLARDAN OYUN BEĞENDİK

Biraz canım başka şeylerden bahsetmek istiyor...Nebileyim son durumlar ve öğrencilerin getirilmek istendiği durumlar...Biliyorum birileri gene toplumda bir yerlere gelemedi ve paranoyak halleri kafalarında bir takım düşünceler yeşermeye başlayan gençleri etkilemeye başladı...Gençler etkilendi onlar egolarını şişirdi...Gençlik okuyacaktı tek amaç aydın fikirli bir nesil yetiştirmek olacaktı...Kimi nasıl zehirleyeceğiz diye toplanılmıyacaktı..Neden gruplar içlerindeki dengesizleri temizlemiyor...Fikirler karşıt olsada savunulmaya değerse ve savunuluyorsa saygı gerektirmez mi ? Emek için olsun ülkü için olsun hedef silüeti belli gelişmiş bir vatan için mücadele değilmiydi...Sen neyi savunursan savun senin yakının ölünce ben ağlamadım mı sen değilmiydin beni en dar zamanımda avutan ve askerde postallarını değişen gelen asker mektubunda heyecanlanıp anneme selam eden o dolmalardan bekleyen...
İstediğim ülke için değil bu uç nokta halleri bu emperyalist veya faşist terimlerine sığdırılmış, indirilmiş canlar...Köylüydük biz, vatan için tek yürektik, sağlam beyinlerdik ...
Lütfen içinizdeki dengesizleri, HİÇBİRŞEY olan kimlikleri ayıklayınız...Tarih tekerrürden ibaretse biliyoruz sonunu genç bedenlerin peşi sıra mezarlıklara gidişleri ...
LÜTFEN İÇİNİZDEKİ DENGESİZLERİ TEMİZLEYİNİZ...

16 Nisan 2008

2008 BLOG ÖDÜLLERİ



Blog Ödülleri kayıtları başladı
10 ana kategoride en iyi Türkçe içerikli blogların belirleneceği Blog Ödülleri için kayıtlar başladı. 21 Nisan 2008 gecesine kadar sürecek olan kayıtların bitiminden hemen sonra oylama süreci başlayacak. Geç kalmamak için hemen yandaki "blog ekle" görselinden bloglarınızın kaydını yapabilirsiniz.

15 Nisan 2008

İZİN VERİYORUM


Bu gün öğrendim ki cidden sevgide herbirşeyde içimizde :)...Pozitif düşünmek insanın kendisini pozitif düşünceye hazırlama sürecinden sonra daha kolay olabiliyormuş...Yok yok bunun için gidip bilmem ne otelinde bilmem ne Yogacısının öğretileri ile 3 gün siyah işeyip "ahanda ben arındım " gibi bir şey değil :D
Olması gereken şu ilk önce her düşünceyi olumluya dönüştürme çabası...Dilimiz tarafından düşünce yapımıza yerleşmiş komutlardan beyni kurtarmakla başlıyor herşey..."Şöyle olsa daha iyi olur", "bunu böyle yapmayı da denesek mi " gibi cümleleri beyne yerleştirmeye başladıktan sonra şunları demeye başlamalıymışız " Paranın, mutluluğun ve güzelliklerin bana gelmesine izin veriyorum " Bunu periyodik olarak hergün yapmalıymışız...Hani bir düşüğncedeki negatiflikten kaynaklanan mahrumiyetimiz varsa işte düşünsel anlamda izinler verilmeye başlanmış oluyor....
Tüm Beşiktaş camiasına sesleniyorum oturun ve başlayın " Şampiyonluğun, güzel günlerin bize gelmesine izin veriyoruz" yani denemekten ne çıkar ki değil mi ??? :D

12 Nisan 2008

10 Nisan 2008

KISA FİLM...

Kısa Filmleri araştırıyordum bunu buldum...Beyenmedimde değil zaten beyenmesem burda işi ne :P
The Alley Short Film

The Alley Short Film

GÜVENEMİYORUM

Hande Yener in bu şarkısını bloğa ekliyemedim ama dinlemeden de edemiyorum hadi play yapın...

8 Nisan 2008

ANDROMEDA KOMPLEKSİ

Aslında buyrun birde burdan yakın demek geldi nedense içimden neler okurken kafama takıldıda malum siteden bir araştırayım dedim Andromeda Kompleksini ...Paylaşalım dedim hani Perseusu bekleyen vardır falan...
ANDROMEDA:
Kadının, gerek biyolojik, gerekse ruhsal ve sosyal pek çok bağlarla serbestisi kısıtlanmış, hareket olanakları daraltılmıştır. Cinsel siklusun yaratmakta olduğu bio-psiko-sosyal kısıtlamaların yanı sıra, kadın, pek çok defa cinsel bir temastan sonra bu birleşmenin kanıtını aylarca vücudunda taşımaya ve sonra da-dünyaya getirdiği bebekle- bütün hayatınca etrafına ilan etmeye mecburdur, mahkumdur.
Psikiyatride, Andromeda kompleksi ismi ile de bilinen be kavram, çok güzel bir mitosa dayanır...Andromeda’nın öyküsündeki bağlar, kadının hayatındaki bio-psiko-sosyal bağlarını simgeler. Her kadın –Andromeda mitosundaki olaylar gibi- bu bağlardan kurtulmaya çalışır. Kurtarıcısını bekler...Gökten Pegasusu ile inecek Perseus’u bekler...
Habeşistan kralı Kepheus ile, güzelliği nedeniyle diğer Nereus kızlarının hepsinden alımlı ve güzel olmakla övünen Kassiepeia’nın kızı imiş Andromeda. Kassiepeia’nın bu kendini beğenmişliğinden bıkmış olan diğer deniz kızları, kendisini deniz tanrısı Poseidon’a şikayet ederek, Kassiepeia’nın cezalandırılmasını istemişler. Fakat, neticede, bütün bu patırtı zavallı Andromeda’nın başına patlamış. Poseidon korkunç bir ejderi Kepheus’un ülkesinin başına bela diye salmış...
Kahinler, şayet kızını kurban ederse memleketin kurtulacağını söylemiş ve bundan başka bir çare olmadığında ısrar etmişler. Halk zorlamış ve çaresiz kalan Kepheus, Andromeda’yı bir kayanın üzerine bağlayarak ejder Gorgo’nun parçalamasına terk etmiş.
Gorgo, Andromeda’yı tam parçalayacakken, gökten kanatlı atı Pegasus’un üstünde yiğit Perseus gelip Gorgo’yu öldürmüş. Kafasını kesmiş, sonra Andromeda’yı bağlarından kurtarıp almış ve evlenmiş. Ancak, Andromeda’nın başka bir bağı da varmış, amcası Phineus’a sözlüymüş... Phineus, Andromeda ile Perseus’un düğün gecelerinde öldürülmeleri için adamlarını göndermişse de Perseus, Gorgo’nun kesik başını gösterince adamlar taş kesilmişler.
Böylece, Andromeda bütün bağlarında kurtarılıp Perseus ile rahat, huzurlu ve mutlu bir hayat geçirmiş.
Andromeda kompleksine günlük hayatta aşağı yukarı her kadında rastlarız. Her genç kızın mutlaka evlenmek istemesi, her ilişkinin genellikle bir evlenme ile bitmesini istemesi, kızlardaki bilinç dışı Andromeda kompleksinin bir ifadesidir. Genç kız kendisini bağlayan ve yaşamını kısıtlayan pek çok bağdan kurtulmayı evlilikte aramaktadır. Bu durumu, bilhassa sosyal baskıları çok fazla olan ve genç kız yaşamını rahatça yaşama özgürlüğü vermeyen ailelerde, genç kızların ilk rastlayacakları erkekle, pek düşünmeden evlenme girişiminde bulunma hallerinde gözlemiş oluruz.
Bu gibi hallerde genç kız sevdiği bir erkekle birlikte yaşamak için değil, sadece evlenmiş olmak için evlenmektedir. Psikoterapide, Andromeda kompleksi’ne genç kadınlardaki bilhassa anksiyete ve davranış bozuklukları vakalarında rastlanır.
Genellikle diyebiliriz ki, her kadın kendi Perseus’unun gelip kendisini bağlarından kurtarmasını beklemektedir...

7 Nisan 2008

HADİ AMAAAAA :P


KÜSTÜK MÜ ???


Kış ertesi bahar yorgunluğuna koşuyorum. Yani yorgunluğada nasıl koşulursa artık...İçimdeki lunapark coşkusunu bastırıyorum hani oluvericek anı o an doyasıya mutlu olacağım şu migrenime inat...Küsmedim cici bloğum canım istemedi sanırım buralara uğramak...Komik komik bir okadar bertaraf dolanmalarım var " Şincik bana kaybolan yıllarımı verseler..." sustum sustum hadi gittim gelirim ben gene yine yeniden...

HAYKO CEPKİN FOREVER :P

İLKBAHAR MI GELDİ NE :D


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Portakalmavisi bir; hüzünleri dibine kadar yaşamadan terketmeyen, sonrasında da ardına dönüp bakmayan hüzünbaz zamanlar cambazı....

pin

yukarı