4 Kasım 2007

MUTLULUK



Yönetmen: Abdullah Oğuz
Senaryo: Kubilay Tunçel, Abdullah Oğuz
Oyuncular: Talat Bulut, Özgü Namal, Murat Han, Lale Mansur, Mustafa Avkıran
Filmin Türü: Drama
Orijinal Adı: Mutluluk
Yapımcı Firma: ANS Yapım
Yapım Yılı: 2007
Yapım Ülkesi: Türkiye
Orijinal Dili: Türkçe
Resmi Sitesi: http://www.mutlulukfilm.com/
Dağıtıcı Firma: Kenda Film
Vizyon Tarihi: 16.03.2007




Film, Meryem’in perişan ve baygın halde, bir göl kenarında bulunmasıyla başlar. Ailesi kızlarının bir namussuzluk yaptığını düşünerek töre gereği öldürülmesine karar verir. Öldürme görevi ise yakın akrabası Cemal’e verilir. Çıktıkları ölüm yolculuğunda, Meryem ve Cemal’in yolları, Profesör İrfan Kurudal’la kesişir. Bu karşılaşma üçünün de kaderlerini değiştirecek mutluluğa doğru bir yolculuğun başlangıcı olur.

SİLME SÜPÜRME

Havaya kalkmış bir kılıç misali, söyleyecek sözlerinin keskinliği ile saldıracak olsanda , tek savunmam İNSANIM demek olacak. Maalesef dört dörtlük değilim ve hata yapabiliyorum...Sende kredimin kalmadığını anlamam için hata yapmam gerekiyormuş işte yaptım...Ne güzel bir son hazırlamışım kendi ellerimle ... Dilim seni överken acaba demezken yüreğim, sırf hata yapabilen bir insan olmamdan süpürülüp bir kenara toplanmış pislik misali uzaklaştırılıyorum senden...Dilerim üzülmez ve yara alan dostluğumuzu düzeltme çabası göstermezsin ...Ben mi ne yapıyorum süpürge almaya gidiyorum elbette...Bana geldiğinde özür dilediğinde sözlerimi kılıç misali kaldırmıyacağım havaya. Yapacağım tek şey fazla konuşmana izin vermeden ortalarda neyin kalmışsa senle birlikte süpürmek olucak ...Zaman vermek yok, müdafa dinlemek yok yeni prensibim süpüreni silmek....

ÇIPLAK GÖZYAŞLARI


Yok denilen yerde çıplak göz yaşlarına bürünür gecedeki varoluşum....Kalın örülmüş hırkasından ayrılmış, yönünü şaşırmış herzaman içime akan göz yaşlarımla tanıştım bu gece....Süzüldüler yanaklarımdan nekadar sıcak bir okadar da soğuklarmış...İçten çıkan duyguların ısısı yangını süzülürken yanaklarımdan varoluşu tamamlanır tamamlanmaz soğuk dünyanın soğuğunu hissettiriyor insana.....Her akan yaşta ben mi aktım acılarım mı aktı yoksa üşüdük mü beraber bilmiyorum... Kurumuş bir karanfile sinmiş sıkıştırıldığı kitap arasındaki sayfaların kokusu gibi saman kokan geçmişin birikimlerini kıyamadım silmeye ..Yolunu bulsun istedim öksüz yüreğim gibi ...Bekledim savrulası bir rüzgarda esmedi benden gelen bana değdi ....Sessiz haykırışların sulu yansıması yanaklarım gibi kalbimide üşüttü ...Kimler terkettiyse hayallerimi geçmişimi zaten gideceklermiş, onlar giderken gittikleri yollar göz yaşlarımla suladım....Hayırlısı ile gitsinlerde birdaha gelmesinler....Çocukluğumun Emirgan Parkı yüreğim sonbaharı yaşıyor...Sararmış yapraklara binmiş göz yaşlarım yağıyor bu gece ....Her damlada hafifliyormuyum yoksa üşüyormuyum bilmiyorum....

31 Ekim 2007

ALTIN PORTAKAL FİLM FESTİVALİ



Beyazperdenin Türkiye'deki en uzun soluklu ve en önemli zirvesi, Türk sinemasının buluşma noktası, 2007'de 44'üncü kez Türk sinemasını taçlandıran Antalya Altın Portakal Film Festivali ve 3'üncü yılında dört kıtadan 100'ün üzerinde filmin Türkiye galalarına evsahipliği yapan, muhteşem bir yıldızlar geçidiyle büyüleyici bir sinema şölenini sinemaseverlerle buluşturan 3'üncü Uluslararası Avrasya Film Festivali 28 Ekim 2007 gecesi Festival Vadisi'ndeki Cam Piramit'te düzenlenen görkemli bir ödül töreniyle sonlandı ve Altın Portakal ödülleri sahiplerini buldu.

44'üncü Antalya Altın Portakal Film Festivali Onur Ödülleri Shekhar KapurFrancis Ford CoppolaHanna Schygulla






44'üncü Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması

En İyi Film

Yumurta

(Yön. Semih Kaplanoğlu)

Dr. Avni Tolunay Yurtiçi Kargo Jüri Özel Ödülü

Yaşamın Kıyısında(Yön. Fatih Akın)

Digiturk Behlül Dal En İyi Genç Yetenek Ödülü

Saadet Işıl Aksoy (Yumurta)


En İyi Yönetmen

Fatih Akın (Yaşamın Kıyısında)


En İyi Erkek Oyuncu

Murat Han (Mutluluk)



En İyi Kadın Oyuncu

Özgü Namal (Mutluluk)

Diğer Dağılım:

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu

Tuncel Kurtiz (Yaşamın Kıyısında)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu

Nursel Köse (Yaşamın Kıyısında)

En İyi Görüntü Yönetmeni ve Kodak Ödülü Sahibi

Özgür Eken (Yumurta)

En İyi Müzik

Zülfü Livaneli (Mutluluk)

En İyi Sanat Yönetmeni

Naz Erayda (Yumurta)

En İyi Kurgu

Andrew Bird (Yaşamın Kıyısında)

En İyi Ses Tasarımı

Orçun Kozluca ("Mutluluk")

En İyi Özel Efekt

Ödül Verilmedi

En İyi Kostüm Tasarımı

Naz Erayda (Yumurta)

En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı

Songül İbrahim, Fatma Kardeş (Mutluluk)

En İyi Laboratuvar

Şafak Stüdyo (Sis ve Gece)

44'üncü Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Kısa Film Yarışması En İyi Kısa Film

"Hoşgeldin Bebek"

Yönetmen: Serhat Koca

44'üncü Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Belgesel Film Yarışması

Jüri, bu yıl ödül vermeme kararı almıştır.

30 Ekim 2007

MADEMKİ YOKLUĞUMDA DAHA MUTLUSUN - Cezmi Ersöz


Hayat soğuk, yağmurlu ve vurdumduymaz bir İstanbul gecesiydi... Ve gece yağan yağmur hep ürkütürdü beni. Yağmur değil yalnızlığımdı pencereleri damla damla yalayan, yıllarımı dolduran sensizlikti... Hep bir yanı yarımlık, hep senden uzaktalık, hayattaki tek 'kimse'mden yoksunluk, yani kimsesizlikti. Bir kavuşma mucizesine inanma yolunda harcanmış bir hayatın ansızın sonuna gelme, ve o mucizeyi yaşayamadan bir başına ölme korkusuydu yağmur… Yine yağmur yağıyor, yine gece... Yine İstanbul... Ve sen kollarımın arasından sıyrılıp kalkıyorsun yataktan. Nereye gidiyorsun sevgilim? Sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alabiliyordum. Beni kollarına aldığında, yüzümü masumiyetinin yurduna, o kimsesiz boynuna dayadığımda, kokunu kalbimle soluduğumda... Uykun benim cennetimdi. Çünkü cennet sadece ikimizin olabildiği yerdi benim için. Ne sana aşık kadınlar, ne sevdiklerin, ne geçmişin, ne yarının...Uykunda sadece ikimiz vardık. Aşkıma dar gelen sevgi sözcüklerine ihtiyacım yoktu orada. Sana sevgimi anlatmaya, ispat etmeye ihtiyacım yoktu artık. Aşkımızın kokusuydu sana beni anlatan, sana seni anlatan.... Beni gerçekliğin o soğuk, o köpüklü dalgalarıyla yutan ve alıp alıp senden ötelere savuran hayatın dışındaki tek kaçış tünelimdi uykun. Önce kolunu çekerdin başımın altından, sonra sırtını dönerdin. Usulca sarılırdım sana arkandan, seninle ya da sensiz geçen yılların hasretiyle... Ardından yavaş yavaş kollarımın arasından sıyrılırdın...Yıllardır taşımaktan yorulmadığım hasretin, tenimden tenime akan o ateş, ağır gelirdi bedenine... Uyuyamıyorum, nefes alamıyorum, lütfen sarılma, derdin... Yatağın bir ucuna sığınmış bedeninden kovulmak, hayatından kovulmak gibiydi benim için. Sığındığım, soluk aldığım tek cennetten kovulmak gibiydi. Beni uykunda terk etmen, gerçek hayatta terk edişinden bile ağır gelirdi. Yanıbaşındaki sensizlik, o rutubetli evimdeki, o baştan ayağa sen olan evimdeki unutulmuşluğumdan çok daha ağır gelirdi. Seni kaybetme korkusu öyle işlemişti ki hücrelerime...Yataktan doğrulduğun anda bu korkuyla açılırdı gözlerim. Bilinçaltım konuşurdu benim yerime... Su içmek ya da tuvalete gitmek için kalktığın asla aklıma gelmezdi. Gittiğini düşünürdüm yalnızca... O saatte kendi evini terk edip, nereye gidebileceğini sorgulamadan, sadece beni o sonsuz hiçlikte, o en masum rüyada, cennetimizde, uykumuzda bir başına bırakıp, kaybolacağından korkardım. Bana hep aynı soruyu sorduran bu yüzyıllık korkuydu işte: Nereye gidiyorsun sevgilim? Beni yeniden hayatın içinde, gerçeklerin ortasında bir başına mı bırakıyorsun? Beni yeniden unutuluş sürgünlerine mi gönderiyorsun? Nereye gidiyorsun sevgilim? Oysa seni uyutmayan içindeki o yangınlı hesaplaşmaydı. Gece iner, aşıklar, yüzler, bedenler, anılar kaybolurdu; sadece ikimiz kalırdık. Ve sen uykunda sevgimle hesaplaşmaya dalardın. Cennette cehennemi hatırlardın. Dönüp geriye bakıyorum da, sanki yıllar değil yüzyıllar geçmiş aramızdan... Aramızdan ayrılıklar, ihanetler, kayboluşlar, vazgeçişler, yeniden bulmalar, korkular, yalnızlıklar, savrulmalar geçmiş. Ve bu ilişki ne çok biçim değiştirmiş... Seni yollarca, şehirlerce uzağından sevdim. Seni kelimelerce, şiirlerce yakınından sevdim. Seni dünya üzerinde sanki ilk kez benim için kalemi eline alıp da yazdığın mektuplarca sevdim. Seni umutsuzca, beklentisizce, hayallerce sevdim uzağından. Hayatımı öyle olduğu gibi bıraktım. Şehrine geldim, ama kalbine giremeden sevdim. Neydik biz o yıllarda hiç düşündün mü? Neydik birbirimiz için sevgili? Geldim. Bana destek olacak, sırtımı vereceğim bir aşkın yoktu arkamda. Kendime yeni bir hayat kuracağım yalanını, kendim dahil, sen dahil herkese söyledim. Oysa tek istediğim seninle birlikte bir hayattı. Öyle cesaretsizdim ki karşında ve öyle açık sözlüydün ki bana karşı, ancak iddiasız bir sığınmacı olabildim hayatında. Hayatına iltica etmek isteyen bir yürek sürgünü... Bir aşk meczubu sadece... Dürüstlük kimi zaman yalanlardan çok daha acımasızmış, sevgili... Gerçeğin buzdan ülkesinde yapayalnız kalan yürek, hayatta kalabilmek için yalanları bile özleyebilirmiş kimi zaman... Bana aksini ispat etmek için elinden geleni yaptığın o yıllarda, buzlar ülkesinde biraz olsun ısınabilmek için, aslında beni sevdiğin yalanına inandırmıştım ben de kendimi... Aşkıma kapalı bir kapının önüne bırakılmış yaralı bir kuş gibiydim. İnanacak, bir ibadet gibi yaşayacak tek şeyimdi senin aşkın. Karşılıksız, güvensiz, sessizce yaşanan bir aşk... Nasıl da hoyrattın bana karşı... Kalbinde değil miydim gerçekten? Neydik biz söylesene? O yıllarda senin neyindim ben sevgili? Can yoldaşın mı? Yol arkadaşın mı? Dostun mu? Sevgilin mi? .. Sonra bir gün geldi ve unutuldum. Ve bu sorular birer birer bıçak gibi saplandı yüreğime ve yüreğimde yanıtlarını buldu. Unutuluş hepsinin acımasız cevabı oldu. Sonrası dipsiz bir karanlık... Sonrası çaresiz bir çıldırış... Hayata karışmamak için tek kalkanım, tek sığınağımdı aşkın. Tek silahımı yitirdim ve hayata teslim oldum. Aldı beni savurdu başka bedenlere, parçası olamadığım o kırık dökük öykülere... Kırgınlık kimlik değiştirdi ve vazgeçiş oldu benim için. Unutmanın en ağırı unutamadan unutmaktır. Seni sonsuza kadar kaybetmek kimlik değiştirdi ve unutmak oldu benim için. Seni unuttuğum yalanıyla hayatı kandırmaya çalışınca hayat hiç olmadığı kadar acımasız tokatlar indirdi yüzüme... Sonrası dipsiz karanlık... Sonrası hatırlamaya bile dayanamadığım düş yıkımları... Sonrası kesif, karanlık ve rutubetli bir kuyu... Koskoca bir boşluk... Sonrası 'yalnızlık' kelimesine sığmayacak kadar derin bir yalnızlık... Kaç zaman sonra bilmiyorum, bir gün geldi ve beni yeniden hatırladın. Yokluğumda kendine kurduğun hayat, beni yasak bir ilişki haline getirdi bu kez de... Ve bu ilişki bir kez daha kimlik değiştirdi. Seni, bir başkasıyla birleştirdiğin hayatına uzaktan bakarak, kalbimi kıskançlığın lanetli hırsına teslim ederek, kısıtlı zamanlarda, gizli saklı buluşmalarda, o doyumsuz kaçamaklarda sevmeyi de öğrendim... Hasretinin o tarifsiz kokusu burnumu sızlatırken yapayalnız uyumayı da öğrendim. Yağmurlu İstanbul gecelerinde o baştan ayağa sen olan evimde kaderimle kıyasıya yaşamayı da öğrendim, sevgili... O zamansız unutuluşun ardından yeniden hatırlanmanın sevinci, seni paylaşmaya boyun eğmenin ve hep gizliliğin gölgesinde kalacak olmanın acısına büründü. Uykunda soluğunun bir başka soluğa karıştığını bilerek geçirdiğim sayısız gecelerde, gururumu parça parça bölüp aşkıma kurban verdim. O tarifsiz ağrıyı uyuşturmak için ruhumdan, kimliğimden, kadınlık onurumdan vazgeçtim. Her şeye rağmen direnebilmek için kendimden vazgeçtim. Geriye dönüş kapılarını sonsuza kadar kapatmış oldum böylece. Ruhumdan kendimi kovup, tüm hücrelerime sadece aşkını yerleştirdim. İşte o andan itibaren, sensizlik artık bensizlik oldu sevgili... Nasıl da telaşlı, nasıl da soluk soluğa yaşardık o kaçamak anları... Aşkımızın en karanlık, en gerçek, ama en yoğun anlarıymış onlar... Sensiz geçen gecelerde yüreğimde biriken kıskançlığın, öfkenin, kırgınlığın ve hasretin hummalı karanlığı, sana kavuştuğum anlarda sevinçten çıldırmanın eşiğinde tarifsiz bir hazza dönüşürdü... Nasıl da ateşliydi sevişmelerimiz... Sana yeniden dokunmak, sanki bulutlara öpücükler kondurmak gibiydi... Huzurla huzursuzluk, hasret ve kavuşma, aşk ve öfke, merhamet ve acımasızlık, kırgınlık ve bağışlama her şey ama her şey sevgimizin taşkın sularında birbirine karışırdı. İki kalbin bir ömre sığdırabileceği tüm duyguları biz o kısacık anlarda soluk soluğa yaşardık... Sonra hayatını değiştirdin. Yeniden özgürlüğüne kavuştun. Ve bu ilişki bir kez daha biçim değiştirdi. Yıllardır bir savruluş halinde aramızdan akıp giden aşkımız, nihayet dingin, doygun ve emin bir sığınak bulmuştu kendine. O savruk yıllar bile koparamamıştı ya bizi birbirimizden, artık hiçbir şey bu aşkı yıkamazdı. İhanetlerin, unutuluşun, hayatın sınavından geçmişti aşkımız. Tam da birbirimizi hayattan çok uzakta, dokunulmaz bir boyutta sevdiğimize inanmaya başlamışken, dudaklarından dökülen o lanetli cümle korkularımı yeniden uyandırdı, geçmişi zamandan koparıp aramıza soktu yeniden: 'Varlığın artık bana acı vermiyor...' Ah sevgilim, ayrılık trenini çoktan kaçırmadık mı biz? Bulup bulup kaybetme oyunlarını çoktan tüketmedik mi? O dünyevi aşk oyunlarından, kıskandırmalardan, kaçamaklardan çoktan vazgeçmedik mi? Birbirimizi en ağır ihanetlerde sınamadık mı? Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil... Sadece seni sevmek için yaşadım ben! Senin için bir ilişkide girilebilecek bütün kimliklere bürünmedim mi? Önce aşkla değil kalbinin boşluğuyla tutunduğun bir can yoldaşıydım... Yüreğin bir başkasına kapılarını açtığında hayatından dışlanıp unuttuğun oldum sonra... Başka hayatlarda, başka ilişkilerde seni unutmaya çalışırken, belki de aslında sadece seni ararken kıskançlıktan deliye döndüğün oldum... Kalbime geri dönmek istediğinde gururumun gemilerini yakıp, metresin oldum... Vicdanın oldum senin... Merhametin oldum... Pişmanlığın oldum... Hazzın en sıradışı boyutlarını seninle paylaşan fahişen oldum... Arkadaşın oldum... Kardeşin oldum... Sevgilin oldum... Söylesene kaç kez biçim değiştirdi bu ilişki? Kaç kez kimlik değiştirdim seni sevebilmek için... Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil. Sadece seni sevebilmek için yaşadım ben... Hala seninle geçireceğim anların telaşıyla tüketir gibi yaşıyorum sensiz geçen günlerimi. Yıllar geçti, hala seni görecek olmanın kalp çarpıntılarıyla, yalnız senin için giyiniyorum en güzel giysilerimi. Sen güzel bulasın diye geçiyorum aynaların karşısına. Seninle geçen zaman bir daha tekrarı olmayan, doğaçlama bir melodi gibi benim için... Sanki birlikte yazılmış kaderimizin sayılı dakikalarından an çalıyorum. Öylece karşında oturup seni seyretmeyi, sana yemek hazırlamayı, seninle sohbet etmeyi, dostlarını ağırlamayı, seninle birlikte uyumayı, yani paylaştığımız ne varsa hepsini bir daha asla okuyamayacağım bir şiiri kelime kelime içime sindirir gibi, soluk soluğa hissederek yaşıyorum... Öyle birikmişsin ki içimde... Seni yaşamakla tüketmem, seni sıradanlaştırmam mümkün değil. İçime çektikçe çoğalıyorsun... Şimdi varlığım her geçen dakika daha da daralan gizli bir çember örüyor etrafına. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor, biraz daha kanıksıyorsun beni... O peşini bırakmayan yaralı geçmişin aramıza korku duvarları örüyor. Hayatını tüm kalbimle kucakladığımı hissettiğim anda ansızın yüzünde beliren o eski kaygıların alıp seni benden çok uzaklara, derinlere, yalnızlık kuyularına sürüklüyor. Yeni isimler, yeni aşk öyküleri, başka yüzler, başka bedenlerle kaçış planları yapıyorsun kendine... Gece ansızın seni uyandıran, kolunu başımın altından çeken, seni yatağın ucuna kadar götüren, uykunu bölüp ayağa kaldıran ve bana hep o aynı soruyu sorduran bu korkular değil mi...: 'Sevgilim nereye gidiyorsun?' Sevgilim nereye gidiyorsun? Orada ne var? Benliğini kıstırdığın duvarların arkasında soğuk, uçsuz bucaksız bir yalnızlıktan başka ne var? Neden kaçıyorsun? Neden bu aşkı sonsuzluğa, özgürlüğe, daha önce hiç yaşamadığın sınırsızlığa bir kapı olarak görmüyorsun? Ben senden gitme ihtimalini hiçbir zaman çalmaya yeltenmedim ki... Sevgim seni tüketmek değil, çoğaltmak içindi... Sevgim dünyanın yaşanılası bir yer olduğuna inanman, inanmamız içindi... Yüreğimizin çok derinlerinde yaşayan o iki masum çocuğun soluk alabilmesi için bir gökyüzüydü sevgim... Ben senin kanatlarını hiçbir zaman çalmadım ki... Öyle çok reddedildim ki, öyle çok unutuldum ki senin tarafından, sensiz kalmak yüreğimi ezen tek korku artık. Öyle ki hayatım yalnız bir korku halinde ayakta duruyor şimdi... Korkumu gerçeğe büründürdüğün anda yıkılıp gideceğim. Her şeyi tükettim. Hayata tutunmak adına ne varsa her şeyi yaktım seni sevebilmek için... Tüm sabrımı, kendime ve insanlara güvenimi, sevginin hayatın tek harcı olduğuna olan inancımı... Artık senden başkasına verecek enerjim, sevgim ve hayatla hesaplaşacak bir benliğim kalmadı. Geriye dönüp sığınacak bir kendim kalmadı... Şimdi bana varlığımın sana acı vermediğini söylüyorsun. Gitmemi istiyorsun, sonra yeniden gelmemi... Ve sonra yeniden gitmemi... Beni sensizliğin o dipsiz çukuruna önce sarkıtıp, sonra yeniden gün ışığına çıkarıyorsun. Sevgimi, yokluğumu hissettiğin yerde bulmak istiyorsun. Aşkımın benliğini ve hayatını ele geçirmesinden duyduğun o sebepsiz korkuyu yenmek için, bana seninleyken tekrarı olmayan bir şiiri hatırlatan zamanın, sana benimleyken gösterdiği monoton ve tüketici yüzünü yok etmek için oynadığın bir oyun bu belki de... Beni deliliğin sürgünlerine yollayıp, sonra yeniden kalbine çağırıyorsun. Korkuyu beklemenin telaşı korkunun kendisinden çok daha ürkütücü biliyor musun? İşte bu yüzden sensizliğin karanlık kuyusuna kendi ellerimle bırakıyorum kaderimi. Korkuyu beklemekten vazgeçiyorum, ama asla seni sevmekten değil, sevgili... Sana veda etmeden kayboluşa karışmam da aslında sadece bunun için... Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun...

29 Ekim 2007

KUTLAMA


29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN...
BAĞDATCADDESİNDE Kİ YÜRÜYÜŞTE BULUŞALIM ....

26 Ekim 2007

BUĞUDAN KALP

Köşesi yanmış anıların, saman rengi görüntüsünde en çok yağmur yağan pencere ardında hüzün dolar insana...Dışarda yağmur yağar, üstünüze ise hüzün....Tüm çağrılmayanlar gelir teker teker...Derken cama avucunuzun içini koyarsınız elinizin etrafı ısıdan buğu olur... Elinizi çekersiniz cama şöyle afillisinden bir hoh dersiniz buğulanan yer kadarına bir kalp çizersiniz içine isminizin baş harfini koyar diğer tarafa ise tam koyacakken parmak ucunuzun nekadar da soğuk olduğunu düşünür kaldırıp dudaklarınızın arasına alıp ısıtırsınız ve sonra O nun baş harfini çizersiniz buğudan kalbinizin içine ...Nerden biliyorum diy mi??? Çünkü camı biraz evvel sildim ve yeniden hohladım 62 den tavşan yapıyorum da ordan biliyorum :).....
Agnus Dei
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Portakalmavisi bir; hüzünleri dibine kadar yaşamadan terketmeyen, sonrasında da ardına dönüp bakmayan hüzünbaz zamanlar cambazı....

pin

yukarı