26 Eylül 2007

İSTANBULU GÖRMEMİŞSİN SEN

İstanbul da doğdum ben tıpkı ailemin diğer fertleri gibi..Köyüm yok benim tarlasında doyasıya koşabileceğim, sıkıldığımda ulaşacağım emmigillerim veya küçükten kalma köy anılarım yok benim...Mis gibidir köyümün havası, hele tereyağı, offf bir görsen bir salça serilir yaz dedin mi damlara, başka olur bizim oraların düğünü ....Böyle cümleler yok benim lugatımda dedimya köyüm yok .İlk öğrendiğim bu oldu İstanbulluysan köyün yok...Her yaz tatili sonunda insanlar köyleri ile ilgili kompozisyonalr yazarken ben gittiğimiz tatil beldelerini yazardım içten içe otlu peynir kokusu nasıldır acaba diye düşünmeden edemeden....

Düşündüm geçen gün kalamışta Kaçıncı nesil olduğunu bilmediğim martıları seyrederken çocukluğumun şehrinde benim gördüklerimi tattıklarımı tadanlar varmıdır diye...

Bu koca şehir hüzün barındırır yollarında, havasında, suyunda...Herkes bir yerlerden gelmiş kimi annesini kimi sevdiğini kimi evlatlarından kopmuş bu şehre karışmış...Bastırmış tüm acılarını eklenenleri atlatmaya çalışırken yaşlanmış .....

Beylerbeyinde geceleri evimizin camından karanlık karşı kıyıya bakardık ....Işıkları yakmazdık boğaz köprüsünün inci gibi dizilmiş aydınlatmaları bazı akşamlar annemin yanaklarından süzülen gözyaşlarını görmeme sebep olurdu ...Köprüden geçen arabaların arasında sayıları saya saya bitirirdim...




Çocukluğumun hüzünleri kaldı köprünün aydınlattığı gecelerde ....Boğazın kokusu martıların kahkahalarında....

Hayata başka yerden bakmayı dene... Dinlenme sayfiye yerleriydi Adalar ....Rum, Türk, Ermeni,Yahudi ve kimi zaman Arap komşularımızla tuttuğumuz dileklerdi yaşantılarımız...Hiç canımız yanmadı hiç kırılmadık kırmadık...Yüzmeye ilk adımlar boğazda atıldıysa şovlarımız ada sahillerinde yapıldı...Anakaradan her yaz selam gitti Ada martılarına




Herzaman birşeylerden korkar küçüksen eğer kocaman kalbin...Tıpkı denizde giden kocaman vapurlar gibi...Geldik mi, geldik mi diye başının eti yenir yanında kim varsa oyalanmak için oturulan koltukların yanında tam pencerenin altında duvara monte bir kapak görürsün açarsın kapağı. Tanrım ne güzel içi gri tozlarla dolu derken HÜFFFFFFF edi verirsin derken gözlerinin kökünde dayanılmaz bir acı ile babanım elini görürsün yüzünü yıkarken...Vapurda küllüklere üflemedinse eğer başka ne anın kalırki vapurun en arkasından martılara simit dahi atmamışsan eğer...




İstanbulu görmemişsin sen kocaman parke taşlarıyla dolu Arnavut kaldırımlarında adımlarını dolaştırmadıysan...Aşklara başlamamış, terkedilişlerini ağaçlara ve kuşlara ağlamamışsan...Ufak tefek şirin meyhanelerinde demlenmediysen..Lodosa karışmış soğuğunda karlarda Beyoğlunda İstiklal Caddesinde yapayalnız dolanırken "Neden ben " sorularını kendine sorduğunda soğuğun yaladığı yanaklarına gözyaşlarını özgürce düşürmemişsen




İstanbulu görmemişsin sen eğer sıkıştırılmış enerjiler yumağında bir bayrak gibi dalgalandırmamışsan kalbinin yakarışlarını....Kendine mutluluk köşeleri, hüzün köşeleri, yaşam köşeleri edinmemişsen bu koca şehirde ...Mezarlarındaki bu şehrin halk mimarlarına dualarını göndermemişsen ve gökyüzüne bakıp bir martıyla gözgöze gelmemişsen .... Gece, akan nehirler gibi savrulan ışık yollarında ıslığını çalıp SEVİYORUM dememişsen....



AGNUS DEİ

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Portakalmavisi bir; hüzünleri dibine kadar yaşamadan terketmeyen, sonrasında da ardına dönüp bakmayan hüzünbaz zamanlar cambazı....

pin

yukarı