3 Eylül 2007

KÜÇÜK KIZ



Küçük kız...

“İnsanlığa ölet geldi!” diyordu yüzündeki takvim yapraklarını andıran çizgilerle yaşlı kadın...Gerçi artık takvimler de yapraksızdı. Yaprak, biyoloji kitaplarında kalan bir şeydi...
Kadının buruşuk ağzından çıkıp, kınalı saçlarında dolaşan kelimelerin bir anlamı vardı ama neydi? Düşünüyordu küçük kız, düşünüyordu ama bir türlü bulamıyordu insanlığa geleni. Bir şeylerin gittiğinin farkındaydı da, gelen neydi bilemiyordu...
Hep yalnız kaldığı zamanlarda fark ederdi cehaletini. Azarlamak isterdi bedenine büyük gelen yüreğini... ama nafile, yine kalemi alırdı nasibini. Kalemi bilirdi ki o, susarak konuşur, konuşarak susardı...
Karda yürümeyi hiç sevmezdi. Ellerinin ve yüreğinin karası daha iyi seçilebiliyordu sanki her yer ak-pakken. Utanıyordu kendinden, tıpkı günahsız gözlere bakarken utandığı gibi. Özünü görüyordu o tertemiz aynalarda. Görüyor ve özlem duyuyordu “O’na”.
“Vicdanı ensesinde olmalı insanın” diye düşünürdü zaman zaman. En sevmediği yeri ensesiydi... hep yaralar çıkardı ensesinde. Vicdanımın işi bunlar derdi kendi kendine. Çocukken annesi öpünce geçerdi, ama büyüdükçe o da fayda etmemeye başladı...
Varlığının en zor sınavındaydı küçük kız; “İnsandı”... Zayıf yaratmıştı onu Yaratan. Güçlensin diye eller uzatmıştı dolaylı. Bazen dilenci Ahmet’in elleri olmuştu o eller, bazen de sokak lambasına sıkışıp kalmış yavru bir kuşun çığlığı. Bazen bir annenin şevkati, bazen de bir “Eş”in anlayışı...
Geceleri çok severdi. Geceler sessizdi, geceler beyaz, geceler doğuştu ve geceler batış...

Damla Siray

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Portakalmavisi bir; hüzünleri dibine kadar yaşamadan terketmeyen, sonrasında da ardına dönüp bakmayan hüzünbaz zamanlar cambazı....

pin

yukarı