30 Nisan 2008
SNOOKER HEYOOO HEYOOOO !!!


Masada bulunan farklı renkteki toplar sadece estetik nedenlerle orada değil. Hatta topları sürekli girdikleri ceplerden çıkarıp oyunculara tehditkar bir şekilde bakan ve sanki "bu top burada duracak anladın mı? Ben burada durmasından hoşlanıyorum, böyle güzel oluyor" demeye getiren penguen giyimli beyefendi de bu iş için oradaymış gibi gelebilir insana, ama işin iç yüzü biraz değişik elbette. Snooker'ın amacı aynı Amerikan bilardonun bazı türlerinde olduğu gibi, bir oyun sonunda rakipten daha fazla puan toplamak olduğundan ve kırmızı toplar bu ayrımı yapabilecek kapasitede görünmediğinden, renkli toplar değişik puanlara ve oyunun gidişini belirleme gücüne sahip. Yukardaki grafikte de görülebileceği gibi, en yüksek puana sahip olan, renginin verdiği karizmadan olsa gerek siyah top. Onu altı puanla pembe ve beş puanla mavi takip ediyor. Kahverengi dört, yeşil üç ve sarı iki puan, kırmızı topların herbiriyse bir puan sayılıyor. Renkli topların oyun için önemi büyük olsa da oyuncuların kırmızı toplar tükenmeden bunlara direk atış yapmasına izin verilmiyor. Snooker masası hakkında da söylenmesi gereken birkaç şey var elbette. Normal bilardo masalarının hemen hemen bir buçuk katı büyüklüğünde olan masanın uzun kenarı 3.7, kısa kenarıysa 1.86 metre. Ölçüleriyle biraz göz korkuttuğu doğru gerçekten. Gelelim oynanışa.

Oyuncunun kullandığı beyaz topun kesinlikle masadan ayrılmaması gerekiyor; yani top bir başka topun üstünden atlar ve sayı yaparsa, bu sayı rakibin puan hanesine ekleniyor. Oyuncu ceplerde duran toplardan herhangi birine dokunursa, topun oyunla ilgisi olmamasına rağmen, oyunun en acı cezası olan "yedi sayı cezası"nı yiyor.

Ve yukarda bu oyunun hırçın çocuğu Ronnie O'Sulliven durmakta.O nu izlemek çok eğlenceli heleki bir snooker ı çözdüğü andan sonra hakemin renkli topları yerine koymasını falan beklemeden yaptığı hamleler süper olayın heyecanını arttırıcı...
21:45 den sonra Eurosport kanalında yayın başlamaktadır ilgilenenlere duyurulur
29 Nisan 2008
LEGAL BİR ŞEKİLDE KULAĞI DELDİRDİK

BİR EV HAYAL EDİYORUM


Pencerelerinde güzel kokulu çiçeklerle...
Akşam üstü esintileri ile evimin içi mis gibi çiçek kokmalı benim...Bilmeliyim çay vakti ...İçim huzur dolmalı.Hem deniz hem kumsal hemde taze çiçek kokusu.Belki bir yasemin,belki de leylak ...

Güzel vakitlerimin tanığı olmalı kapı önü verandam...Güzel müzikler dinlerken hoş zamanlar kalmalı bana...Belki bir köpek belki de bir kedinin vazgeçilmezi olmalı benim kapı önü verandam :D

Geceye selamı dostlarımla denize karşı terasımdan çakmalıyım..

Dünyanın en güzel şarkılarının dinlendiği, en güzel anılarının konuşulduğu ve belkide ağlandığı,dostlarımın saklı bahçesi,çocukların vazgeçilmezi, sokak başından duyulan çiçek kokularıyla anımsanmalı benim evim.Toprağa dokunmalı,genzimi yakana kadar yüzmeliyim kıyılarında ve ben bilmeliyimki
OSMANLI CUMHURİYETİ
ACILARIMI SAKSILARA EKTİM

Kıvırcık değil artık telefon kabloları
Agnus...
28 Nisan 2008
NE YAPTIN NE YAPMADIN ??

MUHAFAZAKAR SÜBYANCILIK
Geçenlerde Aydın Türkiye için öncelikle Türk kadınını eğitmeliyiz mantığı ile program yapan sabah kuşaklarından birindeydi bu zat ...Spiker, bu şahıs ( ismini falan anmak istemiyorum) "Ben Hukuk okudum hukuğuda çok iyi bilirim ama ben zamanın en sıkı sağcılarındandım halen de öyle biz şeriatla yaşıyoruz " tarzı konuştukça program ilkesinden sapmış ne yaptığını kendide anlamayan programcı hala ikazında bile "sayın" kelimesini kullannıyordu .Zaten sabah programları "İmana doğru" programına dönmüş bir tarafta "İmam nikahı günah mı hojammmm??" diye soran programcı diğer tarafta Devlet nikahı ile kadının kazançlarını bile anlatma özürlü ilahıyatçı...Neyse
Dünden beri islami kesime hitap eden gazetelere bakıyorum şahıstan bahsedilen yerleri ve kelime boyutlarından bahsetmiyorum Vakit gazetesi yazarı denilmiyor bile... Biliyorum minareyi çalmadan kılıfını hazırladılar adı şimdilik KOMPLO oldu...Hani neyin komplosu ...Bu arada suçu ıspatlanana kadar herkes adalet önünde eşittir mantığı ile gelmesin kimse ...
14 yaşındaki bir kızdan bahsediliyor...Ve buna kim ne kılıf bulacaksa işlenmiş suça ortak sayarım ben... Dini ve muhafazakarlığı kullanarak insanları uyuşturmaya çalışanların yüzü bu ...Bence eline kalem alanlar önce vicdanlarını düşünsünler diyeceğimde biliyorum cepleri ağar basıcak...
Ahmet Altanın sözlerine katılıyorum ve aynen yazıyorum
Bu adamların varlığı beni korkutuyor.
Ortak vicdanımızı ve ölçülerimizi kayıp mı ettik diye endişeleniyorum. Vicdanını ve ölçülerini kaybeden bir toplum her şeyini kaybeder çünkü.
YENİ BİR HAFTA VE NİSANA VEDA

Bu hafta

Veeee sevdiklerinizle mutlu olmanızı

27 Nisan 2008
PİEDRA IRMAĞININ KIYISINDA OTURDUM AĞLADIM

Paulo Coelho
Can Yayınları / Çağdaş Dünya Edebiyatı Dizisi
Adını Siyamcı adlı romanıyla duyuran ve dünyada en çok okunan yazarlar arasında ilk sırayı alan Paulo Coelho, bu romanında, Tanrı'nın kadın yüzünü keşfediyor. Mucizevi bir güce sahip, kendini dinine adamış bir erkek ve onun aşkını isteyen, bu aşkı Tanrı'yla bilen paylaşmaya yanaşmayan bir kadın. Romanın kadın kahramanı olan Pilar, çocukluk yıllarında yakın arkadaşı olan bir erkekle on bir yıl sonra, bir konferans sırasında karşılaşır. Pilar, duygularının sesini dinlemekten yana olmayan, güçlü, ayakları yere sağlam basan bir kadındır. Bu karşılaşma ikisini de derinden etkiler; Pilar, genç adamın büyüsüne yeniden kapılır, gençlik aşkı alevlenir; oysa arkadaşının dinsel çizgisinden ayrılmayacağını da çok iyi bilmektedir. Birlikte bir yolculuğa çıkarlar. Bu yolculukta yaşadıkları, Pilar'ın yüreğini aşka ve dinsel deneyime açar. Tutkuyla bağlandığı erkek de kararsızlıklar yaşamaktadır; Pilar'a duyduğu aşkla, sahip olduğu mucizevi iyileştirme gücünün kendisine yüklediği sorumluluk arasında gidip gelir. Yaptıkları bu uzun yolculuk boyunca kendi yazgılarının ardına düşen bu çift, uygun bir çözüm bulabilecekler midir? Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım, farklı bir tutkuyu farklı bir aşkı anlatıyor.
... Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum, Ağladım, yazarın Türkçe'deki ikinci kitabı. Bu kitap, bir tutkunun, bir aşkın öyküsü. Öyle bir aşk ki, bir kadınla bir erkek arasındaki tutkunun, giderek bir sonsuzluk tutkusuna dönüştüğünü görüyoruz. Paulo Coelho, gerçekle gerçeküstünü, ülkesinin mitolojisinden yararlanarak bütünleştirebilen ilginç bir yazar; bu romanında, dünyanın gizlerini içinde taşıyan bir aşkın öyküsünü dile getiriyor. Yirmi üç dile çevrilen ve dünyada 2,5 milyon okurla buluşan bu romanın da Simyacı gibi sevilerek okunacağını umuyoruz.
BİR KADIN, BİR ERKEK ve VİCDANIMIZ - Ahmet Altan
pahasına koruması gerektiğine inanan kuşaktanım. Bizim kuşak, cinayetten yargılanırken geceyi birlikte geçirdiği kadının adını vermemek için cinayet saatinde nerede olduğunu açıklamayan ve idama razı olan erkeklerin hikâyelerini anlatan kitaplarla, filmlerle büyüdü.
Kadının mahremiyeti bizim için kutsaldır.
kuşağın gözünde. Bu ölçünün, bir toplumu sağlam tutan değerlerden biri olduğuna da inanırım.
Bir toplumda her şey olabilir, savaşlar, ayaklanmalar, kıyımlar yaşanabilir, bunlar atlatılır, tarih yaraları sarar, hayat kendi dengesini yeniden bulur ama erkekleri kadın mahremiyetine ihanet etmeye başlayan bir toplum bence ciddi bir çürüme işareti veriyor demektir. Kolay kolay iyileşmez. Son yıllarda birlikte oldukları kadınların resimlerini ya da filmlerini
çekip bunları yayan erkekler çoğalmaya başladı. "Bir iki aşağılık adam" deyip geçebilirsiniz.
Ama bence öyle kolayından üstünden atlanıp geçilecek bir olay değil bu.
Temel soru şudur:
Bu adamlar, böylesine rezilce bir iş yaparken nasıl oluyor da toplumun tepkisinden çekinmiyorlar?
Aforoz edilmekten, ayıplanmaktan, isimlerini lekelemekten, ailelerini utandırmaktan korkmuyorlar?
Toplumun pek de sert bir tepki göstermeyeceğine güveniyorlar herhalde. Bunda da haklılar.
Daha önce seviştikleri kadınların resimlerini, filmlerini yayınlayanlar ne oldu?
"Bu adamlar ahlaksızdır" damgası toplumun vicdanında bu insanların alnına vuruldu mu?
görebilmek için mi hareketlendi?
Mahremiyet hainini ortak hayatımızın dışına mı attık? Yoksa suçuna ortak mı olduk?
Ne oldu bizim efsanelerimize, hikâyelerimize, masallarımıza, yazılı olmayan yasalarımıza?
Bir değil, iki değil, üç değil...
Çocuklarımıza yanlış masallar anlatıyoruz belki. Belki ortak ölçülerimizi, vicdani değerlerimiziyeterince iyi öğretmiyoruz.
Belki de gizli bir çürüme, yaralarla kendini gösteren bir tür kanser gibi kendini bu adamların varlığıyla gösteriyor. Bir kadının mahremiyetine ihanet eden her şeye ihanet edeceğine
inanırım ben. Böyle adamları arasında barındıran toplumların da çürüdüğünü düşünürüm.
Ahmet Altan
VEEE REKLAM ENLERİM
Trident Splash...Görsel anlamda birincim
Kesin bu reklamıda bir bayan hazırlamıştır...Erkeğin kafasına kafasına bukadar mı vurulur...Duygusal anlamda en birincim de bu reklam
Veeee son zamanların en kaliteli reklamı Milliyet ve CEZA ya alkışlar
ZİLSİZ BİSİKLET OLMAZ

Bu nostalji ruhumdan sıyrılamazsam babamın kulaklarımı deldirmeye götürmesinide yazarım...Ben istedim küpe ama zorla kulak deldirilmeye götürüldüm...Ben ne bileyim küpeyi takmak için kulak delindiğini ahahahah:D
26 Nisan 2008
CİMCİME ÇOCUKLARDIK

PİPPİ UZUNÇORAP
Burnuma dayatılan Heidi hikayelerinden çok ben en çok Pippiden etkilenmiştim...Biliyorum ki bu inatçı, korkusuz ve cesaretli hallerimin tek sebebi bu.Sanırım dünyadaki tüm mücadeleci kadınların çoğu Pippinin o uzun çoraplarından çıktı :D.
Pratik zekası ve inadına hayrandım...Serüvenlerini okuyupta hele ya dizisi ya da çizgifilmiydi tam anımsamıyorum seyrettiğimde işte demiştim kahramanım...Her serüveninde o şımarık çilli suratındaki hallerine bayılırdım...Aslında biraz bilgi sahibi olmak istersek yazabileceklerim şunlar:
Astrid Lindgren, roman kahramanı Pippi'yi akciğer iltahabından hasta yatmakta olan ve Pippi Uzunçorap'dan (isim o an aklına gelmiş) bir hikaye dinlemek isteyen kızı Karin 'e bakarken keşfetti. Başlangıçta yazar olmaya niyeti olmayan Astrid Lindgren yıllar sonra, bacağının kırık olduğu bir dönemde hasta yatağında yatarken, bu hikayeleri kaleme almıştır.
Yazarın Pippi'yi esinlendiği şahıs, büyük ihtimalle kızı Karin'in 40'lı yıllardaki sınıf arkadaşı Sonja Melin 'dir. Bir başka esinlenme ihtimali de 1930'lu yıllarda Danimarkalı roman yazarı Karin Michaelis'nin kullandığı "Bibi" karakteridir. Dikkat çeken sadece isim benzerliği olmayıp, Pippi 'nin de Bibi gibi korkusuz bir küçük kız olmasıdır. O da bir istasyon memurunun kızı olarak Danimarka'nın trenlerinde serbest seyahat eder, çekincesiz ve birçok yetişkinin gözünde yaramaz, ama aynı zamanda sevecen, sorumluluğun bilincinde ve sosyaldir.
Bir başka esin kaynağı da Lucy Maud Montgomery'nin kırmızı saçları ve yaşam tarzıyla Pippi'yle benzerlikleri olan roman kahramanı "Anne" dir.
Sanırım Can yayınlarında serüvenleri hala yayımlanmakta...Gidip bulasım ve alasım geldi...
19 Nisan 2008
RTÜK VAR MI?
OYUNLARDAN OYUN BEĞENDİK
16 Nisan 2008
2008 BLOG ÖDÜLLERİ

Blog Ödülleri kayıtları başladı
10 ana kategoride en iyi Türkçe içerikli blogların belirleneceği Blog Ödülleri için kayıtlar başladı. 21 Nisan 2008 gecesine kadar sürecek olan kayıtların bitiminden hemen sonra oylama süreci başlayacak. Geç kalmamak için hemen yandaki "blog ekle" görselinden bloglarınızın kaydını yapabilirsiniz.
15 Nisan 2008
İZİN VERİYORUM

12 Nisan 2008
11 Nisan 2008
10 Nisan 2008
KISA FİLM...
The Alley Short Film
The Alley Short Film
GÜVENEMİYORUM
8 Nisan 2008
ANDROMEDA KOMPLEKSİ
Kadının, gerek biyolojik, gerekse ruhsal ve sosyal pek çok bağlarla serbestisi kısıtlanmış, hareket olanakları daraltılmıştır. Cinsel siklusun yaratmakta olduğu bio-psiko-sosyal kısıtlamaların yanı sıra, kadın, pek çok defa cinsel bir temastan sonra bu birleşmenin kanıtını aylarca vücudunda taşımaya ve sonra da-dünyaya getirdiği bebekle- bütün hayatınca etrafına ilan etmeye mecburdur, mahkumdur.
Psikiyatride, Andromeda kompleksi ismi ile de bilinen be kavram, çok güzel bir mitosa dayanır...Andromeda’nın öyküsündeki bağlar, kadının hayatındaki bio-psiko-sosyal bağlarını simgeler. Her kadın –Andromeda mitosundaki olaylar gibi- bu bağlardan kurtulmaya çalışır. Kurtarıcısını bekler...Gökten Pegasusu ile inecek Perseus’u bekler...
Habeşistan kralı Kepheus ile, güzelliği nedeniyle diğer Nereus kızlarının hepsinden alımlı ve güzel olmakla övünen Kassiepeia’nın kızı imiş Andromeda. Kassiepeia’nın bu kendini beğenmişliğinden bıkmış olan diğer deniz kızları, kendisini deniz tanrısı Poseidon’a şikayet ederek, Kassiepeia’nın cezalandırılmasını istemişler. Fakat, neticede, bütün bu patırtı zavallı Andromeda’nın başına patlamış. Poseidon korkunç bir ejderi Kepheus’un ülkesinin başına bela diye salmış...
Kahinler, şayet kızını kurban ederse memleketin kurtulacağını söylemiş ve bundan başka bir çare olmadığında ısrar etmişler. Halk zorlamış ve çaresiz kalan Kepheus, Andromeda’yı bir kayanın üzerine bağlayarak ejder Gorgo’nun parçalamasına terk etmiş.
Gorgo, Andromeda’yı tam parçalayacakken, gökten kanatlı atı Pegasus’un üstünde yiğit Perseus gelip Gorgo’yu öldürmüş. Kafasını kesmiş, sonra Andromeda’yı bağlarından kurtarıp almış ve evlenmiş. Ancak, Andromeda’nın başka bir bağı da varmış, amcası Phineus’a sözlüymüş... Phineus, Andromeda ile Perseus’un düğün gecelerinde öldürülmeleri için adamlarını göndermişse de Perseus, Gorgo’nun kesik başını gösterince adamlar taş kesilmişler.
Böylece, Andromeda bütün bağlarında kurtarılıp Perseus ile rahat, huzurlu ve mutlu bir hayat geçirmiş.
Andromeda kompleksine günlük hayatta aşağı yukarı her kadında rastlarız. Her genç kızın mutlaka evlenmek istemesi, her ilişkinin genellikle bir evlenme ile bitmesini istemesi, kızlardaki bilinç dışı Andromeda kompleksinin bir ifadesidir. Genç kız kendisini bağlayan ve yaşamını kısıtlayan pek çok bağdan kurtulmayı evlilikte aramaktadır. Bu durumu, bilhassa sosyal baskıları çok fazla olan ve genç kız yaşamını rahatça yaşama özgürlüğü vermeyen ailelerde, genç kızların ilk rastlayacakları erkekle, pek düşünmeden evlenme girişiminde bulunma hallerinde gözlemiş oluruz.
Bu gibi hallerde genç kız sevdiği bir erkekle birlikte yaşamak için değil, sadece evlenmiş olmak için evlenmektedir. Psikoterapide, Andromeda kompleksi’ne genç kadınlardaki bilhassa anksiyete ve davranış bozuklukları vakalarında rastlanır.
Genellikle diyebiliriz ki, her kadın kendi Perseus’unun gelip kendisini bağlarından kurtarmasını beklemektedir...
7 Nisan 2008
KÜSTÜK MÜ ???
